3 Ocak 2012 Salı

1915’te ne oldu?


HAKİKAT iki ucun ortasında bir yerdedir: 1915 olayları soykırım olmadığı gibi, Ermeniler bir facia yaşamamış da değildir.

Ama maalesef karmaşık hakikatin görülmesi için ayrıntılı araştırmalar gereken bütün durumlarda, uçlardaki basit sloganlar etkili olabiliyor. Ermenilerin yaşadığı faciaya “soykırım” demek de, faciaları görmemek de böyle basit, kestirme önyargılardır, dolayısıyla yanlıştır.

İlk görülmesi gereken, Ermenilerin Osmanlı orta sınıfında ve devlet bürokrasisindeki ağırlıklı yerleriyle Osmanlı sistemine entegre olduklarıdır. Buna rağmen Ermeni milliyetçileri önlerindeki Sırp, Yunan ve Bulgar örneklerine özendiler. Onlar gibi silahlı isyanlarla Batı’nın müdahalesini sağlayarak devlet kurmak istediler. Birinci Dünya Savaşı’nı bunun için fırsat saydılar.

Halbuki, Balkan uluslarından farklı olarak Ermeniler hem entegre olmuşlardı, hem talep ettikleri topraklarda nüfusları yüzde 20’yi geçmiyordu. Onun için sonuç, herkes için Balkanlar’da yaşananlardan daha feci oldu.

Bölgeyi işgal etti!

İttihatçılar, 1908’de Türk milliyetçiliği fikriyle değil, “unsurların birliği” fikriyle iktidarı ele aldılar. Ermeni komiteleriyle iç içe idiler. Ermeniler Meclis’e girdiler, bakan oldular, bürokrasideki yerleri daha da artı. Fakat milliyetçilik fikri karşılıklı olarak gelişiyordu.

Bu sırada Dünya Savaşı çıktı. Talat Paşa’nın başta Pastırmacıyan olmak üzere Ermeni milletvekilleriyle yaptığı görüşme, onların Osmanlı’ya karşı Rus ordusuyla işbirliği yapma fikrini değiştirmedi. Silahlı Ermeni gönüllü alayları Rus ordusuna katıldılar, cephe gerisinde de çatıştılar.
Bu konjonktürde Osmanlı ordusu Sarıkamış’ta erimiş, Rus ordusuna Erzurum ve Siirt-Van yolu açılmıştır! Süveyş’te kanal harekâtı devam etmektedir! Çanakkale’de kan gövdeyi götürmekte, hükümet başkenti İstanbul’dan Bursa veya Konya’ya taşımayı düşünmektedir! İngilizler Basra’dan Bağdat’a yürümekte, İtilaf donanması İskenderun’a asker çıkarmaya hazırlanmaktadır. Stratejileri Çanakkale geçilemezse Doğu Anadolu’yu alarak Rusya ile Akdeniz bağlantısını kurmaktır.

Böyle bir hayat memat ortamında, 1915 Mart’ında Van’da Ermeni isyanı çıktı, korkunç bir Müslüman katliamının ardından 20 Nisan’da Aram Manukyan başkanlığında Van ve çevresinde Ermeni idaresi kuruldu, Rus ordusu bölgeyi işgal etti!

Ortak acı

Bu durumda hükümet tehcir uygulamasına ve tutuklamalara 23 Mayıs’ta başladı, 26 Mayıs’ta Tehcir Kanunu yayınlandı. Peki iç bölgelerdeki, hatta İzmit’teki Ermeniler bile niye tehcir edildi? Cephanelikler bulunduğu için...
Düşünün ki, devlet ölüm kalım savaşındadır, üç yıl önce Rumeli ve Kafkas coğrafyasıyla 500 bin Müslüman’ı kaybetmiştir.

Hem kabaran duygular, hem yurtlarından sürülüp gelmiş Balkan ve Kafkas göçmenlerinin öfkesi, hem savaş halindeki devletin kontrol zaafları, hem yer yer organize saldırılar yüzünden tehcir sırasında Ermeniler, çoluk çocuk dahil, büyük facialar yaşadılar.

Bu acıyı hissetmemiz ve saygı duymamız gerekir. Sevgili Hırant’ın cenazesinde “Sarı Gelin”i dinlerken gözlerimden dökülen yaşların bir sebebi de Birinci Cihan Harbi’nde bu coğrafyada hepimizin yaşadığı acıları biliyor olmamdı. 

Müslüman nüfus da üç milyon can kaybetmiş, Cumhuriyet ‘ıssız’ Anadolu topraklarında bitkin bir Müslüman nüfus üzerine kurulmuştu.

Niye soykırım değil?

Dönemi yaşamış Ermeni yazarlarından Kapriel Serope Papazian, 1934 yılında Boston’da yayınladığı Patriotism Perverted (Yanlış Yurtseverlik) adlı kitabında, aynen, “eğer taşnak liderleri savaş sırasında daha ihtiyatlı davranmış olsalardı” bu faciaların yaşanmayacağını yazmıştır.
Tehcirin sebebi bir soykırım arzusu değildi. Sebep, çok kısa özetlediğim süreçte Osmanlı ölüm kalım savaşındayken Ermeni komitelerinin yine çok kısa özetlediğim askeri faaliyetleriydi. Tehcir sırasında devlet görevlerindeki Ermeniler yerlerinde devam ediyordu üstelik. Nazi Almanyası’nda yüksek devlet görevlisi Yahudiler düşünebilir misiniz?
Uluorta “katliam” lafı eden BDP’li Sırrı Sakık’a da bir not: İstersen 1915’te bölgede neler olduğu konusunda Diyarbekirli Ali Emiri Efendi’nin Vilayât-ı Şarkıye kitabıyla, Kürt bilgesi Canip Yıldırım’ın Hevsel Bahçesinde... adlı kitabını oku da ondan sonra konuş.


Soykırım demek Türkiye’de serbest

ULUSAL Yargı Ağı UYAP’ta ve Yargı-tay’da son iki yılın kayıtlarını araştırdım: Türkiye’de 1915 olaylarına “soykırım” diyen hiç kimseye mahkumiyet verilmemiştir! Böyle bir soruşturma ve kovuşturma da yoktur!

Soykırım tezini savunan Taner Akçam’ın bütün kitapları ülkemizde yayınlanmıştır. Militan Ermeni milliyetçisi Vahakn Dadrian’ın kitapları da yayınlanmıştır. Soykırım tezinin savunulduğu ve eleştirildiği akademik paneller yapılmıştır.

Orhan Pamuk, Elif Şafak gibi isimler hakkındaki davalar eskidir.
Taner Akçam’la ilgili olarak AİHM’nin 25 Ekim 2011 tarihli kararına gelince... 

Konu, Akçam’ın 6 sene önce yazdığı bir yazıyla ilgiliydi ve Türk yargı mercileri de takipsizlik kararı vermişti zaten. AİHM’nin kararının özeti şudur: 301. maddedeki “terimlerin genişliği” yüzünden, bir kimse mahkûm olup olmayacağını önceden kestiremez, yani “hukuki öngörülebilirlik” yoktur. Bu da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırıdır...

AİHM, Akçam’ın bunun dışındaki iddialarını reddetmiştir.

‘Tarihçiyi özgür bırakın’

Madem Fransa “Soykırım yok” demeyi yasaklıyor, biz de “Soykırım var” demeyi yasaklayalım!
Ne dersiniz bu düşünceye?

Fransa karşısında fikir özgürlüğünü savunarak “Tarihçiyi özgür bırakın” derken, kendimizin tarihçilere yasaklar koyması kime yarar?!

Sarkozy ve benzerlerine yarar!.. Sarkozy siya-seten küçük adamdır. Büyük vizyonlar yerine küçük hesapların adamıdır. Bu benim değil The Economist’in tespitidir. Eşinin ardında, cumhurbaşkanlığı şapkasının altında kaybolan küçük adam...

Yasakçılık yaparak ona küçük fırsatlar hediye etmenin anlamı yok!.

Fikirler çağı

Dün okuduğum bir köşe yazısı, bizim de “soykırım” demeyi yasaklamamızı savunuyordu!
301. maddenin demokratikleşmesine dün karşı çıkanlar ve yeniden demokratikleşmesi gündeme gelirse karşı çıkacak olanlar sanıyor ki, birtakım milli değerlerimizi yayın ve söz yasağı koyarak koruyabiliriz.

Belki eskiden öyleydi ama bugün öyle bir çağdayız ki, birtakım değerleri yasakla korumaya kalkmak o değerleri çok daha büyük sıkıntılara sokuyor! Çağımızda “fikir özgürlüğü” ve “adil yargılanma hakkı” sadece üstün ahlaki ve hukuki değerler değildir, aynı zamanda adeta ‘stratejik’ kavramlar haline gelmiştir.

Deveciyan ne diyor?

Fransız Meclisi’nde dünkü oylamadan önce konuşan Patrick Deveciyan şunları söyledi:
“22 Eylül 1915 tarihli Türk başbakanından Halep Valisi’ne yönelik mektubu okumak istiyorum. Beşikteki çocukların dahi beşiklerinde kalmaması öngörülüyor ve mektup bu şekilde devam ediyor. Dolayısıyla tarihçileri bir araya getirmeye gerek yok; soykırım oldu mu, olmadı mı öğrenmek için...”
Bunu dinleyen biri, ön bilgisi yoksa inanır! Deveciyan’ın okuduğu mektup, Dadrian dahil bütün ‘soykırımcı’ yayınlarda vardır, çok yaygın ve popülerdir!
Türkiye’de yasaklayalım ama dünya okusun!

Hayır, esas mücadelenin akademik ve entelektüel planda olduğunu unutmayalım; bunun lojistiği de fikir özgürlüğüdür. Soykırım tezini savunanları iyi okumalıyız ki eleştirilerimizi de iyi yapabilelim.
Yarın devam edeceğim.


Tarih savaşı

FRANSA Meclisi’nde konuşan Patrick Deveciyan’a göre “Türk Başbakanı” 22 Eylül 1915’te Halep Valisi’ne gönderdiği telgrafta “beşikteki çocukların dahi beşiklerinde kalmamasını” emretmişti! Dolayısıyla “bir soykırım oldu mu, olmadı mı diye öğrenmek için tarihçileri bir araya getirmeye gerek yok”tu!

Türkiye’nin “tarihçiler tartışsın” tezine karşı söylüyor bunları.
Deveciyan’ın bahsettiği “belge”nin kaynağı, Aram Andonyan’ın 1920’de, evvela Fransızca, sonra İngilizce yayınladığı Naim Bey’in Anıları adlı kitaptır.

Naim Bey, Halep’teki Tehcir Komitesi’nin başkâtibidir, İstanbul’dan gelen şifreli katliam telgraflarını böyle saklamış ve orada bulunan Aram Andonyan’a vermiş, o da yayınlamış... 
Soykırım iddialarının temel birkaç dayanağından biridir bu kitap.

‘Belge’ uydurmak

Andonyan’ın kitabındaki “belge”ye göre, Talat Paşa, 22 Eylül’de Halep Valisi Mustafa Abdülhaluk Bey’e bu telgrafı çekmişti. Halbuki o tarihte Halep Valisi Bekir Sami Bey’dir, Mustafa Abdülhaluk Bey 10 Ekim 1915’te Halep Valisi olacaktır! Andonyan, Halep Valisi olarak Abdülhaluk Bey’i tanıdığı için telgrafı da ona hitaben uydurmuştur!

O sırada Talat Paşa da başbakan değil içişleri bakanıdır!
Andonyan kitabının Fransızca baskısında kendi görüşü olarak yazdığı satırları, İngilizce baskısında, tabii daha etkili olsun diye, Türk yetkililerinin, mesela Talat Paşa’nın emirleri gibi göstermiş, ona göre tarih ve isimler icat etmiştir! Rumi ve Miladi takvimler arasındaki farkı iyi bilmediğinden birçok tarihleme hatası yapmıştır.

Andonyan’ın bahsettiği belgeler ortada yoktur; yazmıştır da hiç olmazsa bazılarını niye saklamamıştır?!

Andonyan’ın kitabındaki belgelerin sahteliği konusunda iki kaynak tavsiye edeceğim: Biri Şinasi Orel ve Süreyya Yuca’nın Talat Paşa Telgrafları adlı kitap, öbürü Amerikalı Tarihçi Guenther Lewy’nin Tartışmalı Soykırım adlı kitabı...

Belge sahtekârlığı

Bir örnek de Vahakn Dadrian’la Taner Akçam’ın yazdığı Taktil ve Tehcir adlı kitaptan... Dadrian, Teşkilatı Mahsusa’nın gizli planlarını Talat Paşa’nın yaptığını yazıyor. Kanıt olarak Galip Vardar’ın İttihat ve Terakki İçinde Dönenler adlı kitabının 102. sayfasını gösteriyor.

Açıyorsunuz Vardar’ın kitabının 102. sayfasını, tam tersine, Teşkilatı Mahsusa’nın planlarını yapma yetkisinin kesin olarak Enver Paşa’ya ait olduğunu, Enver’le Talat’ın kavgalarını anlatıyor!
Dadrian, gösterdiği kaynağın tam tersine, Teşkilatı Mahsusa’da Enver’in yerine Talat’ı koymuştur! Çünkü soykırım iddiası Talat Paşa’ya odaklanmıştır, Talat Paşa’nın Teşkilatı Mahsusa’nın operasyonlarını idare eden adam olduğunu ‘kanıtlamak’ lazımdır! Madem kanıt yok, Türkçe bir eseri kaynak gösterip tahrif ederek üretirsiniz ‘kanıt’ı!

Amerika’da, Avrupa’da kim araştıracak öyle mi diye?!
Bunlar 1915’te Ermenilere hiçbir şey yapılmadığı anlamına gelmiyor. “Soykırım”ın geçerli olması için ortada siyasi bir karar, devletin bir soyu yok etme politikası falan lazımdır. Belge sahtekârlıkları bu noktada yapılıyor.

Küçük adam

Büyük faciaların yaşandığı kaotik dönemler daima tartışmalara açıktır, daima araştırılması gereken yönler mevcuttur. Çirkin olan ‘şöyledir’ diye kanun zoruyla tarih tertip etmektir.
Sarkozy bunu yapıyor.
Sarkozy dün “Türkiye bizim görüşümüze saygı duysun” buyurmuş! Sarkozy’nin yaptığı “görüş açıklamak” değildir. Türkiye’ye karşı tarihi politik savaş aleti olarak kullanmaktır.
Bu küçük adam, küçük adamlara mahsus fanatizmle her fırsatta Türkiye düşmanlığı yapıyor. Boykot falan gibi kendimize de zarar verecek olanların dışında, her tepkiyi destekliyorum.


22-23-24 Aralık 2011
Taha AKYOL
takyol@hurriyet.com.tr




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder