Doğrudur, Uludere'de yaşanan trajedi, ne yazık
ki, ülkeyi ruh haleti olarak böldü. Van depreminde gösterilen dayanışmanın
zerresi görülmedi. Burası uygar bir ülke ya da batısıyla doğusu arasında
duygu birliği olan, Kürtlere ayrımcılık yapılmayan bir ülke olsaydı, yas ilan
edilebilirdi.
Öyle olmadığı gibi hükümet bırakın halktan,
ölenlerin ailelerinden dahi özür dilemedi. Medyanın çoğu (herhalde
Başbakan'dan "dükkân sahipleri"ne verilen talimatlar ışığında)
olayı duyurmakta geciktiği gibi, küçük gösterme gayretinde oldu. Kaymakama
yönelik (asla mazur görülemeyecek) saldırı neredeyse 35 gencin bombalanarak
öldürülmesinden daha önemli bulundu. MHP lideri çıkıp, "Devlet gerekeni
yaptı..." diyebildi.
Diyebilirsiniz ki, bir yandan PKK'nın, öte yandan
devletin yıllardır insan hayatını hiçe sayması; kurşunlayarak, bombalayarak
öldürmesi, öldürmeye karşı duyguları köreltti.
Diyebilirsiniz ki, kaçakçı köylülerin askere
saldırmaya hazırlanan PKK militanları sanılarak bombalanması, bir ölçüde
affedilir bir iş olarak görüldü. İyi de, toplum olarak yeniden tırmanan
şiddete teslim olacak, yine insanlığı unutacak mıyız? Ölenler köylü değil de
PKK militanları olsaydı bayram mı edilecekti? Eşkıya bir katlediyorsa, devletin
beş katletmesi mi gerekir? Demokratik bir hükümet için esas insanların
yaşamasını temin değil midir? Hani devlet artık acımasızca öldürmüyor,
militanlara dahi şefkatle yaklaşıyordu? PKK'lı teröristlerin genç kızları
kurşunladıktan sonra "polis zannettik" demesiyle, devletin
delikanlıları bombaladıktan sonra "terörist zannettik" demesi
arasında ahlaken ne fark var?
Uludere trajedisinin belki en vahim tarafı,
özgürlükçü ve insani değerlere bağlı yurttaşlar arasında Kürt sorununu çözüp,
şiddeti bitirerek tarihe geçeceği umudunu uyandıran Başbakan'a ve hükümete
olan güvenin derinden sarsılması. AKP Diyarbakır Milletvekili Galip
Ensarioğlu, "Burada dökülen her damla kanda sorumluluğumuz var. Eğer bu
durmuyorsa beceriksizliğimiz yüzündendir... Bu iş bitmeden Sayın Başbakan
Köşk'e çıkıp rahat edemez. Köşke çıkmasının bir anlamı da kalmaz..."
(Taraf, 2 Ocak) dediğinde, Başbakan'ın ve hükümetin kendi partisinde
doğurduğu güven bunalımını dile getirmiyor mu? Bir kısım AKP'lilerin
"mağdurların değil, mağrurların partisi olduk..." demeleri, aynı
güven bunalımını yansıtmıyor mu?
Özgürlükçü ve insani değerlere bağlı bir Kürt
entelektüeli olan Ümit Fırat bakın ne diyor: Bu olay AK Parti'ye fatura
edilirse fena olur. 1993'teki Tansu Çiller hükümetinden ne farkı var, denir.
Olayın üzerini örtmek değil, sorumluları bulup cezalandırılmalarını sağlamak
zorundalar. Artık bu bir sınav. Toplumun gönlünü alacak uygulamalara
gitmeliler. Bu olayın izini tamamen silemeseler de, hiç değilse toplumu
bugünün eskisi gibi olmadığına ikna edebilirler. Yoksa yazık olur. Türkiye'de
insanlara, topluma umut veren başka bir parti yok çünkü... (Star, 2 Ocak)
Fırat'ın sözleri, toplumda yaşanan büyük hayal kırıklığını yansıtmıyor mu?
Başbakan Tayyip Erdoğan, Türk ve Kürt, toplumun
en az yarısının umut bağladığı bir lider. Bu umudun kırılmaması lazım. Bir
"Blair sendromu" yaşanmamalı. Yaşanması ihtimalini, Bahçeşehir
Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Erhun Kula bir yazısında (Taraf, 19
Aralık) şöyle hatırlattı: Başbakan Erdoğan'ı eski Britanya Başbakanı Tony
Blair'e benzetiyorum. İkisi de hitabet kabiliyeti yüksek, dindar ve
karizmatik şahsiyetler. İkisi de ülkelerine büyük hizmetler yaptı. Blair,
dinozor haline gelmiş olan İşçi Partisi'ni modernleştirdi. Parti tarihinde
ilk defa üç kez üst üste seçim kazandı. Ekonomi görülmedik ölçüde büyüdü.
İşsizlik çok azaldı. Belki en önemlisi Blair, Kuzey İrlanda problemini
halletti. Fakat Blair bir hata yaptı, George W.Bush'un peşine takılarak,
Britanya'yı Irak savaşına soktu ve sonunda büyük bir itibar kaybıyla
başbakanlıktan da, siyasetten de ayrılmak zorunda kaldı.
Evet, bugün Blair'in başarılarını hatırlayan
kimse kaldı mı?
05 Ocak 2012
Şahin Alpay
s.alpay@zaman.com.tr
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder