8 Şubat 2012 Çarşamba

Milletvekilleri dokunulmazlık için soyundu


Milletvekilleri dokunulmazlık için soyundu

Slovak Özgürlük ve Dayanışma Partisi'nden (Sloboda a Solidarita/SaS) 17 milletvekili "dokunulmazlıkların kaldırılması" taleplerine dikkat çekmek için soyunarak poz verdi.
Bianet'in haberine göre, merkez sağ/liberal SaS'ın milletvekilleri, ellerinde "Haydi milletvekillerinin dokunulmazlık zırhlarını soyalım" yazılı bir pankart tuttular.

Fotoğraflarını, Slovakya'nın tanınan gazetelerinden Novy Cas'a ilan olarak veren SaS, aynı zamanda bu eylemlerini kendi Facebook sayfalarından da duyurdu. Slovakya'da en az dört yıl boyunca görev yapan milletvekilleri dokunulmazlık kazanıyor. Dokunulmazlık yasası geniş kapsamlı ve milletvekillerinin trafik cezalarından bile muaf tutulmalarını sağlıyor. Dokunulmazlık yasası bugün Slovak Meclisi'nin gündeminde, kaldırılıp kaldırılmayacağı oylama sonucunda belli olacak. Genel seçimler ise 10 Mart'ta yapılacak. Bugünkü oylama dokunulmazlık konusunda seçimlerden önceki nihai sonuç olacak.

SaS üyeleri, "Vekiller de herkes gibi insan. Bu yüzden yargı dokunulmazlığı gibi ayrıcalıklara gerek yok" diyor. Slovakya, SaS'ın çalışmalarıyla 2010'da dokunulmazlıkların kaldırılması için referanduma gitti fakat yeterli katılım sağlanamadığı için dokunulmazlık kaldırılamadı. (Bianet) 

KARŞIYAKA GÖZTEPE MAÇINDA 3G’Lİ KÜFÜR!





İStada küfürlü pankart sokamayan Karşıyaka taraftarlarının Göztepe derbisi için buldukları yaratıcı yöntem günün konusu oldu. İngiliz futbolseverler Karşıyakalı taraftarların bu yöntemine şaşırıp kalırken, ‘Orjinalliğe tam not’ yorumu yapıldı 
Pazar günü Karşıyaka ile Göztepe arasında oynanan İzmir Derbisi’nde Karşıyakalı taraftarların açtığı pankart yaratıcılıkta gelinen son noktayı göstermiş oldu. Karşıyakalı taraftarlar içeriye soktukları kare şeklinde büyük pankartta 3G teknolojisine sahip telefonların okuyabildiği QR Code adı verilen bir kod yer alıyordu. Bilindiği gibi gazetelerde yer alan reklamların köşelerine konulan bu gibi kodlar, 3G teknolojisine sahip telefonlara okutulduğunda telefona daha detaylı bilgilerin yer aldığı bir adres gönderiliyor.

Sürpriz oldu
Merak edip karşılaşmada bu QR kodu telefonlarına okutan Göztepe taraftarları ise nahoş bir sürprizle karşılaştı. Zira kod okutulduğunda telefonlara Türkçe ve diğer dillerde de yazılmış bir şekilde “O.... Göztepe” küfürleriyle dolu bir sayfa çıktı. Göztepe taraftarlarına edilen bu hakaret bir yana Karşıyaka taraftarlarının statlarda uygulanan pankart sansürün bu şekilde delmesi taraflı tarafsız herkesin ilgisini çekti. Habere yer veren ünlü İngiliz blogu offthepost’ta “Liverpool ve Manchester United taraftarları bunu notlarınız arasına alın. Orjinalliğe tam not” yorumu yapıldı.


“Siz Agop Martayan’ı biliyor musunuz?”


Hem Sarkozy hem cümle Ermeni diyasporasına soruyorum, “Siz Agop Martayan’ı biliyor musunuz?” 

Bilsek ne olur bilmesek ne olur demeyin. Hani, “Türkler Ermenileri soykırımdan geçirmiştir” diyorsunuz ya, Agop Martayan’ı bilseniz böyle iftiralar atmaktan belki utanırsınız.

1915’lerde ve tabii bugün de Türkiye’de pek çok Agop Martayan’lar vardır. Eğer Türkler Ermenilere soykırım uygulasaydı bu topraklarda bir tek bile Agop Martayan’ın mezarı dahi kalmazdı.

Hem, Türk milleti neredeyse bin yıldır birlikte yaşadığı Ermeni tebaası ile İngiliz’in, Yunan’ın, İtalyan’ın, Fransız’ın, Rus’un başına çullandığı bir günde niye yeni bir cephe açarak başını fazladan bir belâya soksun? Binlerce yıllık devlet tecrübesi olan bir millet manyak mıdır ki böyle bir işe kalkışsın?

O günlerde Rumlar da kudurmuştu; niye Rumlar için tehcire yeltenmediler, niye Rumlara soykırım yapmadılar? Ha, belki, “Ruslara karşı Doğu cephesini emniyete almak için” diyeceksiniz... İyi de, demek ki ortada “emniyeti tehlikeye düşüren” bir takım dolaplar döndü, o zaman Osmanlı haklı öyleyse... Bir de, aynı bölgede Süryaniler yaşıyordu,

Fatih Projesi (!)


Başbakan bir okulda ilk tabletleri dağıtarak Fatih Projesi’ni (!) başlattı. Çağımıza damga vuran teknolojiler ve eğitim yan yana olunca akan sular duruyor. Oysa, gerçekler çok farklı:

1. Ortada öğretmenleri, öğrencileri ve müfredatı da ele alan bir proje yok. 2010’da yayımlanan “MEB Stratejisi 2011-2014” belgesinde, konuyla yakında uzaktan ilgili tek bir kelime bile yok. Kullanılacak teknolojinin pedagojik değer ve katkısı üzerine tek bir belge veya araştırma yok.

Ortada sadece Başbakan’ın 2010 Kasımı’nda ve seçim öncesinde ortaya attığı bir slogan var. Bunun içini aceleyle doldurmak için MEB bürok-ratları, harcanacak 8-9 milyar TL için iştahı kabarmış birkaç şirketin de yardımıyla, genel ve sığ bazı açıklamalar yapmanın ötesine gidememiştir.

2. Konu üzerindeki tartışma, sadece satın alınacak donanımlar üzerine odaklanmıştır. Öğretmenlere verilen bir haftalık, toplam 15 saatlik dersin ne kadar yetersiz ve sığ olduğunu, pilot illerden birisi olan eski seçim bölgem Uşak’ta gözlemledim.

3. Eylül 2011’de New York Times gazetesinin yayımlamaya başladığı, ABD’deki okullarda uygulamaları inceleyen bir yazı dizisinde (www.nytimes.com/2011/09/04/technology/technology-in-schools-faces-questions-on-value.html?ref=technology), yoğun teknoloji kullanılan okullarda öğrencilerin öğrenme düzeylerinin iyileşmediği, hatta kötüleşebildiği açıkça gösteriliyor. 4 Şubat 2012 tarihli Los Angeles Times gazetesi, konunun saygın uzmanlarına ve bilim insanlarına sordukları “Bu gösterişli teknolojilerin eğitime gerçek katkısı nedir” sorusunun yanıtlarını içeren bir makale yayımladı (www.latimes.com/business/la-fi-hiltzik-20120205,0,639053.column). Yanıtlar aşağı yukarı aynıydı: Okullarda bu yeni teknolojilerin kullanılmasından yararlananlar sadece satıcı firmalar ve yaldızlı ama sığ laflar eden politikacılardır! Nitekim, derslerini internetten herkese açmış olan, dünyanın önde gelen bazı üniversitelerinde en kompleks konuların bile kara tahtada işlendiğini görüyoruz.

Topraklarımızın Satışında Son Nokta, Kentsel Dönüşüm.


Yaşadığımız kentlerin yapısı, bizlerin yaşam koşullarını etkilemektedir. Uzun yıllardır özellikle hızlı ve plansız kentleşmenin getirdiği sorunlarla (alt yapı, betonlaşma, trafik, kaldırım, kirli hava vb.) iç içe yaşıyoruz ama umursamıyoruz.
 
Sorun veya sorunlar yaşamımızı tehdit eder boyuta gelince veya bir yurttaşımız zarar görünce o sorunu konuşmaya başlıyoruz.

23 Ekim 2011 tarihinde Van’da yaşadığımız depremde yıkılan binalar, yüzlerce insanımızın yaşamlarını kaybetmesine neden olunca binaların inşaatların denetimi konusu aklımıza geldi. Çözüm olarak da “Afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi hakkında
kanun tasarısı” gündeme geldi.

Tüm yurttaşlarımız depremin getirdiği acıları yaşarken, yaraların sarılabilmesi için ne yapabilirimin telaşına düşmüşken, siyasi iktidar da yeni yasa tasarıları hazırlamakla meşguldü. Deprem sigortası için toplanan milyarlarca liralık kaynağı nereye harcadığının yanıtını vermek yerine çıkartacağı yasalarla, bir daha böylesi acıları yaşamayacağımızı anlatıyorlardı.

Tasarı ile ne yapılacak, inşaatlarda nasıl önlemler alınacak, hangi çözümler üretilecek derken, peş peşe gelen Yapı denetimi, 2B, Kentsel dönüşüm ve Yabancılara Toprak Satışı yasa tasarılarını yan yana koyunca başka bir tablo ile karşı karşıya kaldığımızı gördük.

Dindar mı, akılcı mı nesil yetiştirilmeli?

Din’le şekil dışında özde alakaları kalmamış olanlar ne diyor? Dindar nesil yetiştirilmeli. Peki ama hangi din? İlahi mesaja dayalı din’mi yoksa hurafelerle anlamsızlaştırılmış, insanları sömürme sindirme susturma aracı kılınan din’mi?

Temel soru açıktır. İnsan; yüzyıllar öncesinin yaşamı, düşüncesi ve kabullerine göre mi yoksa gelişim dinamiği akıl ve bilim algısına göre mi düşünecek, eğitilecek, yaşayacak?
İnsan Akılcılık, ya da dincilikten birini seçmek zorunda mı? İkisi bir arada olamaz mı?

Dünya nüfusunun belli başlı dinlere göre dağılımı:
Yüzde 33.5 Hıristiyan
Yüzde 20.7 Dinsizler
Yüzde 18.2 İslamiyet
Yüzde 13.5 Hinduizm
Yüzde 6 Budizm
Yüzde 0.3 Musevi
Yüzde 7.8 diğer
Dünya nüfusu 6 milyarın üstündedir.  1.2 milyarı Müslümandır. Geri kalanı yani 5 milyar insan başka din’lere inanmaktadır. Din; kişinin vicdani tercihidir.

Kar yağışı hakkında büyüleyici gerçekler


Göründüğü gibi değil; kar, çok karmaşık bir yağıştır. Her kış gökten bir septilyon (1,000,000,000,000,000,000,000,000) kar kristali düşer ve her bir kar kristali de yaklaşık bir milyon damlacıktan oluşur. Sizde de şinofobia yani kar korkusu var mı?
Kar Terminolojisi Komiktir: Eskimoların ‘kar’ için 100 farklı kelimesi yoktur. Fakat kayakçılar 1900’lerde karın türlerini tanımlamak için terminoloji oluşturdu: Deli lingo, pow pow, patates püresi, şampanya, karnabahar, yapışkan, kabuk toz ve pek çok komik terim! “Pow pow” ya da sadece pow (toz), aslında yumuşak karın kabarık bir türü olan taze toz kardır. Şampanya kar ile son derece düşük nem içerdiği için kartopu bile yapılamaz. “Şampanya toz” kar yumuşak ve kuru olduğundan kayak için iyi, fakat “patates püresi” karda, eski, yoğun ve ağır olduğu için kayılması zordur.

Yıl 2012, Malatya.

‘Dindarlığı’ bazı örneklerde görüldüğü gibi imar yolsuzlukları ile zenginleşme olarak algılayan AKP’nin Malatya Belediyesi, Hristiyan Ermenilerin Malatya’daki mezarlığı içindeki yapılarını bir yol yapım çalışması sırasında kullanılmaz hale getiriyor. 
 
Malatyalı Hayırsever Ermeniler Derneği (HAYDER), Ermeni cemaatinin mezarlığındaki yapılarına verdiği zarar nedeniyle Malatya Belediyesi’nden bu yapıların yeniden ve belediye tarafından yapılmasını talep etmek yerine, alçak gönüllü bir tutumla ‘Bu yapıları yapmak istiyoruz. Bu konuda izninizi rica ediyoruz’ diyerek Malatya Belediye Başkanı Ahmet Çakır’a ricada bulunur. 
 
Oysa asıl yapılması gereken rica değil, bu ülkenin eşit vatandaşları olarak bir hak arama mücadelesi başlatmalarıydı. Çünkü Malatya Belediyesi, yol yapım çalışmaları sırasında yapıya zarar vermişti. 
 
Dedik ya, İslam dışı, sakat, ırkçı ve nefret söylemini kutsayan anlayışın kamuoyu zihninde yarattığı olumsuz Ermeni algısı nedeniyle HAYDER, hak arama girişimi başlatmak yerine alçak gönüllülükle ricada bulunur. 
 

3 Şubat 2012 Cuma

Size Hrant'ı anlatayım

Hrant'ın katledilmesinin hemen ardından bir futbol maçında bir grup kendini bilmez Hrant'ın Malatyalı olmasından yola çıkarak 'Ermeni Malatya' pankartı açmıştı. Yıl; 2007. Aylardan şubat. O gün Hürriyet'te 'Gurur Duy Malatya' diye bir yazı yazdım.

Amacım tanıdığım Hrant'ı hemşerilerine anlatmaktı. O yazıyı bazı küçük düzenlemelerle yeniden yayınlıyorum. Bu yazı, 'Gurur Duy Malatya' yerine 'Gurur Duy Türkiye' diye de okunabilir...
Ben Ahmet Hakan...

Şahadet ederim ki hemşeriniz Hrant Dink gurur duyulacak bir adamdı.
Delikanlıydı.
Hakikatliydi.
Ne bir haram yedi ne cana kıydı.
Çifte standartla işi olmaz, kimseyi arkadan vurmazdı.
Kılıçsızdı.
Kahpelik, kalleşlik bilmezdi.
Baba adamdı.
Hem de yetimler babası...
Hayatında 'öteki' diye bir şey yoktu.
Öldüğünde ayakkabısının altındaki deliğe bakıp da kendimizi 'altı delik ayakkabı' edebiyatına vurmayalım.
O, 'her türlü satış' imkânlarının hepsini elinin tersiyle itebilmiş bir adamdı.

Sayın Başbakan, demokrasi bunun neresinde, laiklik bunun neresinde?

‘Atatürkçü gençlik’ten dindar, muhafazakâr gençliğe mi?...

Soruyorum Sayın Başbakan:
Ben çocuğumun dindar ve muhafazakâr yetişmesini istemiyorsam ne olacak? Torna tezgâhından çıkmış gibi tek tip kafalar yetiştirmeye dönük eğitim düzeniyle demokrasinin gözettiği farklılıklar hiç bağdaşabilir mi?

Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nu eleştirirken, hedeflerinin dindar ve muhafazakâr bir gençlik yetiştirmek olduğunu söylüyor.
Öyle mi?
‘Atatürkçü gençlik’ten sonra sıra ‘dindar, muhafazakâr gençlik’te mi?
Devlet şimdi bunu mu iş edinecek?
O zaman demokrasi bunun neresinde olacak? Gerçek laiklik neresinde olacak? 

Çekin ellerinizi nesillerin üzerinden

BU memlekette eskiden eğitim, “torna tezgâhı” vazifesi görürdü.
Eğitim almak, tornadan çıkmak anlamına gelirdi.
Tornanın amacı şuydu:
“Atatürkçü nesiller yetiştirmek.”
Atatürk adına hareket edenler...
Atatürk’ün “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirmek istiyoruz” şeklindeki özgürlük vurgusunu hiçe sayarak ve kafalarına göre bir Atatürkçülük tanımı yaparak...
“Fikri Atatürkçü, vicdanı Atatürkçü, irfanı Atatürkçü nesiller” yetiştirmeye kalkıştılar.
Torna böyle çalıştı. Seneler boyunca...
 * * *
Torna böyle çalışırken...
Biz 80’lerin özgürlükçü tezlere yatkın İslamcıları olarak buna itiraz ettik.
Dedik ki: Yapmayın, etmeyin. Bırakın nesiller kafalarına göre takılsın. Bırakın aileler çocuklarını istedikleri gibi yetiştirsin.
Dindar olmak isteyen dindar, ateist olmak isteyen ateist, agnostik olmak isteyen agnostik olsun dedik.
Hatta Pink Floyd’un “Hey Öğretmenler! Çocukları rahat bırakın!” şarkısının klibini döndürüp durduk Kanal 7 ekranlarında...
Çünkü “duvardaki tuğla” olmak istemiyorduk.

hırant dink'in ilk defa yayınlanan röportajı-dünyaya cevap

Dindar gençliği hangi tarikat yetiştirecek?

Tayyip Erdoğan, sık sık milletin değerlerini esas alarak politika yaptıklarını söylüyor. Milletin değerleri dediği “din” dir. “Din üzerinde politika yapıyoruz” diyemez elbette. Fakat milletin değerlerinden kastının din olduğunu bilmeyen yok. Oysa din üzerinden politika yapmak, Anayasal bir suçtur. Anayasa’nın başlangıç ilkelerine göre “kutsal din duyguları, devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamaz.”

Anayasa’nın “Din ve vicdan hürriyeti” başlıklı 24’üncü maddesine göre “Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlâk öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanunî temsilcisinin talebine bağlıdır.
Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.”
AKP ise dince kutsal sayılan şeyleri istismar ede ede bugüne gelen bir partidir.

Agnostik Kimdir?

Agnostisizm ya da bilinmezcilik, tanrının ya da tanrıların varlığının ya da yokluğunun bilinemeyeceğini öngören felsefe akımıdır. Bu felsefenin takipçilerine agnostik denir.

Kökeni eski Yunan'daki Sofistlere kadar uzanan agnostisizm kelime olarak eski Yunanca'daki agnostos, yani "bilinemez olan" kelimesinden gelir. Bir din ya da öğretiler bütünü değil, bir konsepttir.

"Bilinmezcilik" olarak tanımlanması, aslında dinlerin öne sürdüğü Tanrı anlayışının gerçekliğinin sorgulanamazlığı demek değildir.

Dinlerin tanrıdan gelmedigini söyler ve dinlerin tanrısını da reddeder. Ancak başka bir tanrının, bir yaratıcının varolup olmadığının hiçbir zaman bilinemeyeceğini söyler. Bu bakımdan agnostisizm kendini, "kesinlikle tanrı vardır" diyen teizmden de "kesinlikle tanrı yoktur" diyen ateizmden de ayrı tutar.